• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Bağışıklık Sistemi Nedir ?

Suskun

V.I.P
V.I.P
Bağışıklık Sistemi - Bağışıklık Sistemi Nedir
Bağışıklık Sistemi Organları

Bağışıklık sisteminin organları lenfoid dokulu organlardır. Bu organlar, birincil lenfoid organlar ve ikincil lenfoid organlar olarak iki grup halinde incelenseler de birbirleriyle sürekli ilişki halindedirler. Birincil lenfoid organlarda, lenfositlerin üretim işleri yapılırken; ikincil organlarda lenfositler ilk defa antijenlerle yüzleşirler.

* Lenf bezleri: Geniz eti olarak da bilinen, yutağın üst kısmında, burun boşluğunun arka tarafında bulunan lenfoid doku parçalarıdır. Bakteri ve virüs gibi enfektöz ajanları ve onların ürettiği antikorları yakalarlar.

* Bademcikler: Boğazda, lenfositlerin toplandığı ve dışarıya açılan bir açıklık olan ağızda ilk engeli oluşturan küçük yapılardır. Lenf sıvısı, bademciklerin içerisinde bulunan lenf damarlarından boyun ve çene altı düğümlerine doğru akar. Bu esnada lenf damarlarının duvarlarından lenfositler salgılanır. Vücuda girebilen mikroplar, buradan salgılanan lenfositler tarafından temizlenirler.

* Timus: Göğsün üst bölümünde, tiroid bezinin altında yer alan ve olgunlaşmamış lenfositlerin kemik iliğinden çıkıp, olgunlaşma sürecine tabi tutuldukları vücut organdır.

* Lenf düğümleri: Tüm vücuda yayılmış, B ve T hücrelerinin bulunduğu merkezlerdir. Vücutta koltuk altı, kasık, çene altı, boyun, dirsek ve göğüs bölgelerinde bol bulunurlar.

* Karaciğer: Özellikle fetüsde olmak üzere, immünolojik etkin hücreleri içerir; T-hücreleri ilk olarak fetüs karaciğeri tarafından üretilirler.

* Dalak: Karın boşluğunun sol üst tarafında bulunan ve eski kırmızı kan hücrelerininRetiküloendoteliyal sistemin merkezlerinden biridir. Enfeksiyonlarla savaşmada yardımcı olur.

* Peyer plakları: İnce bağırsağın ileum bölgesinde bulunan lenfoid dokuların yoğunlaştığı bölgelerdir. Bağırsak lümenindeki patojenlerin kontrol altında tutulmalarını sağlar.

* Kemik iliği: Bağışıklık sisteminin tüm hücrelerinin kökeni olan kök hücrelerin bulunduğu bir merkezdir.

* Lenf: Bağışıklık sisteminin hücre ve proteinlerini vücudun bir yerinden diğerine taşıyan, "akkan" olarak da bilinen bir çeşit dolaşım sistemi sıvısıdır.

Bağışıklık sistemi, bir canlıdaki hastalıklara karşı koruma yapan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden işleyişlerin toplamıdır. Sistem, canlı vücudunda geniş bir çeşitlilikte, virüslerden parazitik solucanlara, vücuda giren veya vücutla temasta bulunan her yabancı maddeye kadar tarama yapar ve onları, canlının sağlıklı vücut hücrelerinden ve dokularındanamino asidi farklı olan proteinleri bile birbirinden ayırabilecek özelliğe sahiptir. Bu ayrım, patojenlerin konak canlıdaki savunma sistemine rağmen enfeksiyon yapmaları için yeni yollar bulmalarına, bazı uyumlar sağlamalarına neden olacak kadar karmaşıktır. Bu mücadelede hayatta kalmak için patojenleri tanıyan ve onları etkisizleştiren bazı mekanizmalar gelişmiştir. Doğadaki tüm canlılar kendilerinden olmayan doku, hücre ve moleküllere karşı savunma sistemlerine sahiptirler. Hatta bakteriler gibi basit tek hücreli canlılarda da onları viral ayırt eder. Bağışıklık sistemi, çok benzer özellikteki maddeleri bile birbirinden ayırabilir, örneğin; bir enfeksiyonlara karşı koruyan enzim sistemleri bulunur. Yüksek canlılardaysa çok daha karmaşık bir bağışıklık sistemi vardır. Omurgalılarda bağışıklık sistemi özel işlevlere sahip çok sayıda farklı hücre ve molekül içermektedir.

Geçmiş çağlardaki ökaryotik canlılarda diğer basit bağışıklık mekanizmaları gelişmiş ve günümüzdeki bitkiler, balıklar, sürüngenler ve böcekler gibi torunlarına miras kalmıştır. Bu mekanizmalar, defensinler olarak adlandırılan antimikrobiyal peptidleri, fagositleri ve kompleman sistemi kapsar. Daha tecrübeli sistemler omurgalıların evrimiyle, nispeten yakın zamanda gelişmiştir. İnsan gibi omurgalılardaki bağışıklık sistemleri dinamik işleyiş sırasında birbirlerini etkileyen, seçilmiş proteinlerin, hücrelerin, organların ve dokuların bazı çeşitlerinden oluşur. Daha karmaşık bağışıklık yanıtının bir parçası olan omurgalıların sistemi, zamanla patojenleri daha etkili tanımaya uyum sağlamıştır. Uyum süreci bağışıklık belleğini yaratmış ve bu da patojenlerle gelecek karşılaşmalarda daha etkili bir koruma sağlamaya izin vermiştir. Edinilmiş bağışıklığın bu süreci aşılamanın temelini oluşturmaktadır.

Bağışıklık sistemindeki bozukluklar hastalıklara neden olabilir. Bağışıklık yetmezliği hastalıkları, bağışıklık sistemi normalden daha az etkin olduğunda meydana gelir, tekrarlayan ve yaşamı tehdit eden enfeksiyonlarla sonuçlanır. Bağışıklık yetmezliği ayrıca X-SCID gibi genetik hastalıkların bir sonucu ya da farmosötikler veya HIV retrovirüsünün neden olduğu AIDS gibi bir enfeksiyonun sonucu olarak da görülebilir. Buna zıt olarak, kendinebağışık (otoimmün) hastalıklar, normalden fazla etkin olan bir bağışıklık sisteminin, vücudun kendi dokularını yabancı olarak algılayıp, onlara saldırmasıyla sonuçlanır. Yaygın kendine bağışık hastalıklar; romatoid artrit, diyabet tip 1 ve sistemik lupus eritematozus'dur.

Bağışıklık sistemi, eski çağlardan bu yana ilgi çeken bir konu olmuş, insanlar tarih boyunca bazı bağışıklık yöntemleri bile geliştirilmiştir.
Günümüzde bağışıklık sisteminin çok geniş ölçüde aydınlatılabildiği söylenebilir, bu sistemi oluşturan unsurlardan, hastalıkların tanı ve tedavisinde geniş ölçüde yararlanılmaktadır.

Günümüzde "bağışıklık bilimi" olarak bilinen "immünoloji", Eski Roma’da askerlikten muaf (korunmuş) asillere denilen immunitas sözcüğünden gelmektedir. İmmünoloji günümüzdeki rolüyle bilimsel çalışmalarının oldukça önemli alanlarını oluşturmaktadır
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Bağışıklık Yetmezliği (Bağışıklık Sistemi Hastalıkları)

Bağışıklık yetmezliği veya bağışıklık eksikliği, enfeksiyonöz hastalıklara karşı durma yeteneğinde olan bağışıklık sisteminin tamamen yokluğu veya uyumsuzluk halinde olması durumudur.

Bağışıklık yetmezliği çoğu durumda sonradan (ikincil şekilde) kazanılmıştır fakat bazı insanlar bağışıklık sistemindeki sorunlarla veya birincil bağışıklık yetmezliğiyle doğarlar. Nakil yapılan hastalar -ve fazla çalışan bağışıklık sisteminden müstarip bazı hastalar- nakil reddi ölçeği gibi davranan bağışıklık sistemlerini baskılayan ilaç tedavileri görürüler.

Bağışıklığı eksik olan bir kişi özellikle fırsatçı enfeksiyonlardan daha kolay etkilenebilir, buna ek olarak herkesi etkileyen normal enfeksiyonlardan da.

Çeşitleri

Birincil bağışıklık yetmezliği


Nadir görülen hastalıkların bir kısmına çocukken geçirilmiş enfeksiyonlar nedeniyle daha kolay yakalanılabilir. Bu bozuklukların bazılarıysa kalıtsaldır ve otozomal çekinik ya da X'e bağlı olarak taşınmaktadır. 80'in üzerinde tanımlanmış birincil bağışıklık yetmezliği sendromu bulunmaktadır; bunlar genellikle bağışıklık sisteminin lenfositler veya granülositler gibi hatalı işleyen parçalarıyla gruplandırılırlar.

Birincil bağışıklık yetmezliklerinin seyri sorunun doğasına bağlıdır ve antikor dökülmeleri, uzun-süreli antibiyotikler ve (bazı durumlarda) kök hücre nakliyle ilişkili olabilirler.

İkincil bağışıklık yetmezliği

Bağışıklık yetmezliği belirli harici süreçlerin ya da hastalıkların sonucu da olabilir; meydana gelen duruma "ikincil" ya da "edinilmiş" bağışıklık yetmezliği denir.

İkincil bağışıklık yetmezliği için genel sebepler; beslenme bozukluğu, yaşlanma ve bazı ilaç tedavileridir (örneğin kemoterapi, hastalık-hafifletici antiromatoid ilaçlar, organ nakillerinden sonraki bağşıklık baskılayıcı ilaçlar, glukokortikoidler gibi).

Bazı özgü hastalıklar doğrudan ya da doğrudan olmadan bağışıklık sistemi zayıflatırlar. Bunlar; kanserin bazı tiplerini, bilhassa kemik iliği ve kan hücreleri kanserlerini (lösemi, lenfoma, multipl miyeloma) ve şüphesiz kronik enfeksiyonları kapsamaktadırlar.

İkincil bağışıklık yetmezliği ayrıca, HIV'in neden olduğu AIDS'in göstergesidir. HIV doğrudan bağışıklık sistemine saldı
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Aşırı Duyarlılık (Bağışıklık Sistemi Hastalıkları)

Aşırı Duyarlılık, (Hipersensitivite), vücutta yabancı bir antijene maruz kalma durumunda gelişen, uygunsuz veya aşırı bağışıklık yanıtı ve buna bağlı vücudun zedelenmesi durumudur. Aşırı duyarlılık, P.H.G. Gell ve R.A.A. Coombs tarafından geliştirilen sınıflandırmaya göre 4 temel tipte incelenir.

Tip I Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu, Alerji

Normalde zararsız olan belirgin bir çevresel antijenle (alerjan) tekrar karşılaşma sonucu gelişir. Birey, söz konusu alerjene karşı daha önce IgE sınıfından antikor üretmiştir. Kişinin alerjene maruz kalması, yutma yolu ile, nefes alma yolu ile, cilte temas ile veya injeksiyon ile gelişebilir. Allerjen karşılaştığı dokulara bağlı olarak sistemik veya lokal bir reaksiyon meydana getirir. Alerjinin tetiklenmesi, söz konusu alerjenin, mast hücresi ve bazofil hücrelerin zarlarında yer alan alerjene özel IgE antikorlar ile birleşmesi sonucu gelişir. Bu birleşme sonrası hücrelerden histamin, ve benzeri kimyasal etken maddeler salınır, gelişen reaksiyon alerjenin dozuna ve maruz kalınma yoluna göre değişebilir, göz konjonktivasında, ödem, gözlerde kaşıntı ve sulanma olabileceği gibi, dolaşım yetmezliği ve şok meydana gelebilir. Bazı alerjik hastalıklara örnek olarak, alerjik astım, alerjik konjonktivit, allerjik rinit, anaflaksi, anjiödem ve ürtiker gösterilebilir.

Tip II Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu

Antikor aracılığıyla aşırı duyarlılık reaksiyonunda, vücudun kendi hücreleri üzerinde yer alan antijenlere karşı gelişen bağışıklık yanıt sonrası antikorlar gelişmiştir. Hücreler üzerinde yer alan bu antikorlar içsel, diğer bir deyişle vucuda ait veya dışsal olabilir, dışsal antijenler virüsIgG ve IgM sınıfı antikorların söz konusu antijenlerle birleşmesi sonrası, klasik yol üzerinden kompleman sistemi aktivasyonu gerçekleşir. Kompleman aktivasyonu normalde, patojen maddeleri bağışıklık sistemine sunan hücrelerin ve dolayısıyla patojen taşıyan hücrelerin yok edilmesi amacını taşır. Reaksiyon bölgesinde, akut yangı etken maddeleri salgılanır ve hücre zarı eritici bileşenlerin varlığı ile hücreler parçalanır ve hücre ölümü gerçekleşir. Bu reaksiyonun oluşması ve etkinliği, saatler veya günler boyunca sürebilir. Bazı örnekleri, otoimmün hemolitik anemi, Goodpasture sendromu, pemfigus, pernisiyöz anemi, immün trombositopeni ve kan transfüzyonu reaksiyonları olarak sıralanabilir. parçacıkları gibi hücre zarlarına bir infeksiyon sonrası yapışmış etkenler olabilir.


Tip III Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu

İmmün kompleks hastalığı veya immün kompleks aşırı duyarlılığı olarak da adlandırılır. IgG veya IgM antikorlarının antijenler ile birleşmesi sonucu meydana gelen immün komplekslerin oluşması ve bu immün komplekslerin sistemik dolaşımda yani kanda bulunmaları ile açığa çıkar. Bu immün kompleksler değişik dokularda birikerek etkilerini gösterirler, immün kompleks birikimi sıklıkla cilt, böbrekler, ve eklemler gibi dokularda olur, biriktikleri dokuda Tip II aşırı duyarlılık reaksiyonunda olduğu gibi kompleman aktivasyonu ve doku zedelenmesi meydana gelir. Bu reaksiyonun gelişmesi ve etkinliği saatler veya günler boyunca sürebilir. Bazı örnekleri, immün kompleks glomerülonefriti, romatoid artrit, serum hastalığı, subakut bakteriyel endokardit, sıtmanınsistemik lupus eritamatozis ve Arthus reaksiyonu olarak sıralanabilir. bulguları,

Tip IV Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu

Hücre aracılığıyla aşırı duyarlılık olarak da adlandırılır, etken bileşenler bağışıklık sistemi hücreleridir. Değişik alt grupları vardır;

* Gecikmiş tip aşırı duyarlılıkta, etken hücreler T lenfositleri ve antikorları bu lenfositlere sunan özelleşmiş hücrelerdir. Antikorlar bağışıklık sistemindeki etkin hücrelere sunulmadan önce işlenir, bunu antikorla karşılaşan dokuda yerleşik olan makrofaj, Langerhans hücresi veya damar endotel hücresi gibi hücreler gerçekleştirir. Kendisine antikor sunulan T lenfosit aktif bir hale geçer ve bazı sitokinler salgılar, bu sitokinlere örnek olarak tümör nekroz faktörü (TNF), interlökin 2 (IL-2), ve interferon gama (IFN-gama) verilebilir, bu sitokinler, bağışıklık sistemindeki hücreleri uyarır ve etkinleşmelerini sağlarlar. Temel etken hücre, makrofajlardır, bu hücreler doku düzeyinde antikoru ortamdan kaldırmak için etkinlik gösterirler, makrofajlar daha sonra gelişen gerileme fazında da rol oynarlar. Bazı örnekleri, kontakt dermatit, BCG aşısı veya tüberküloz etkeni ile karşılaşma sonrası gelişen PPD testi, olarak sıralanabilir. Gelişmesi saatler ve günler alır.

* Bazı kronik alerjik hastalıklar veya parazit infeksiyonlarında gelişen hücresel bağışıklık yanıtında etken hücre makrofaj değil de eozinofil ve bazofil hücrelerdir. Bazı örnekleri, kronik astım, kronik alerjik rinit, gibi hastalıklarıdır.

* Sitolitik T lenfositlere (STL), bağlı gelişen hücresel bağışıklık yanıtı, bu tip reaksiyonda, antijen ile uyarılmış STL hücreleri, zarlarında özel antijen kompleksi bulunan hücreleri ortamdan kaldırırlar. Bu bağışıklık reaksiyonu, viral infeksiyonlara ve organ transplantasyonlarına karşı gelişir.

* Doğal öldürücü hücreler (natural killer cells) tarafından meydana gelen hücresel bağışıklık. Bu hücreler yüzeylerinde immün globulin veya T hücresi reseptörü taşımayan büyük lenfosit (Akyuvar) hücreleridir. Virüs veya mikropla infekte olmuş hücreleri, ve tümör hücrelerini eritici mekanizmaları öldürerek doğal bağışıkta rol oynarlar.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Doğuştan Gelen Bağışıklık Sistemi - Doğal Bağışıklık

Doğuştan gelen bağışıklık sistemi


Bir canlıya başarıyla girebilen mikroorganizmalar doğuştan gelen bağışıklık sisteminin mekanizmaları ve hücreleriyle karşılaşırlar. Doğuştan olan yanıt genellikle mikroorganizmaların geniş gruplarında saklı olan bileşenleri tanıyan örnek tanıma reseptörlerince mikroplar Doğuştan gelen bağışıklık sistemi özgül değildir; yani bu sistem patojenleri soysal olarak tanır ve yanıtlar. Sistem, bir patojen karşısında uzun süreli bağışıklık kazandırmaz. Doğuştan gelen bağışıklık sistemi, çoğu canlıda konağın korunmasında baskın olan sistemdir.


Humoral ve kimyasal engeller

Yangı (Enflamasyon)


Yangı, bağışıklık sisteminde enfeksiyona karşı gösterilen ilk tepkilerden birisidir. Enflamasyonun belirtileri, dokudaki kan artışı sonucu olan kızarıklık ve şişmedir. Yangı, yaralanmış ya da enfekte olmuş hücrelerce salınan eikosanoidler ve sitokinlerce oluşturulur. Eikosanoidler, ateşi üreten, yangıyla ilişkili olarak kan damarlarının genişlemesine neden olan prostaglandinleri ve beyaz kan hücreleri lökositleri çeken lökotrienleri kapsar. Yaygın sitokinler; beyaz kan hücreleri arasında iletişimden sorumlu olan interlökinleri, kemotaksiyi ilerleten kemokinleri ve konak hücrede protein sentezini kapatmak gibi anti-viral etkileri olan interferonları kapsar. Büyüme faktörleri ve sitotoksik faktörler de ayrıca salınabilir. Bu sitokinler ve diğer kimyasallar bağışıklık hücrelerini enfeksiyon alanına toplar ve patojenlerden kurtulma sonrasında hasarlı dokunun iyileşmesini ilerletirler.


Kompleman sistemi

Kompleman sistemi, yabancı hücrelerin yüzeylerine saldıran bir biyokimyasal kaskaddır. 20 farklı protein içerir ve patojenleri antikorlarla öldürmesini "tamamlayıcı" (komplemanter) yeteneğinden dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir. Tamamlayıcı sistem, doğuştan gelen bağışıklık yanıtının ana humoral bileşenidir. Bitkiler, balıklar ve bazı omurgasızlar gibi memeli olmayan bazı türler de kompleman sistemleri bulundururlar. Bu yanıt insanlarda, bu mikroplara ilişmiş antikorların tamamlanıp bağlamasıyla veya kompleman proteinlerinin mikropların yüzeylerindeki karbonhidratlara bağlanmasıyla etkinleştirilir. Bu tanıma sinyali bir hızlı öldürme yanıtını tetikler. Bu yanıtın hızı, ayrıca proteazlar olan kompleman moleküllerinin bir dizi proteolitik etkinleşmesini izleyen sinyal büyümesinin bir sonucudur. Kompleman proteinlerinin ilk olarak mikroba bağlanmalarından sonra, sırayla diğer proteazları tamamlayan ve devam eden proteaz aktivitelerini etkinleştirirler. Bu üretim pozitif geribeslemeyle kontrol edilen ilk sinyali yükselten katalitik bir kaskaddır. Kaskad bağışıklık hücrelerini çeken peptidlerinopsonizasyon) onları yıkım için işaretler. Komplemanın kalıntıları ayrıca hücre zarlarını yırtmak suretiyle hücreleri de doğrudan öldürebilir.


Doğuştan gelen sistemin hücresel engelleri

Doğuştan gelen sistemin hücreleri


Lökositler (beyaz kan hücreleri) tek hücreli canlılar gibi bağımsız davranabilirler ve doğuştan gelen bağışıklık sisteminin ikinci kollarıdırlar. Doğuştan gelen lökositler; fagositleri, makrofajları, nötrofilleri, dendritik hücreleri, mast hücrelerini, eozinofilleri, bazofilleri ve doğal öldürücü hücreleri kapsar. Bu hücreler bütün patojenleri hatta büyük patojenleri bile tanımlar, yutarak ya da temasa geçerek onları öldürürler. Doğuştan gelen hücreler ayrıca edinilmiş bağışıklık sistemini etkinleştiren aracı moleküller olarak da önemlidirler.

Fagositler doğuştan gelen hücresel bağışıklığın önemli biçimleridir; patojenleri veya parçacıkları yutmalarından (fagosite etmelerinden) ya da yemelerinden dolayı böyle isimlendirilmişlerdir. Fagositler genellikle patojenleri arayarak vücutta dolaşırlar ve özelleşmiş bölgelere sitokinlerBir patojen bir fagosit tarafından yutulduğunda, hücre içinde bir kümeye konur ve bu küme fagozom olarak isimlendirilir, fagozom sonradan hücre içinde bulunan lizozom denilen bazı kümelerle birleşir ve fagolizozom olarak isimlendirilir. Patojen, fagolizozom içinde sindirim enzimlerinin etkinliğiyle ya da solunumsal (oksidatif) tepkimeyi izleyen serbest radikallerin fagolizozom içine bırakılmasıyla öldürülür. Fagositler gerekli besinlerini bu şekilde almak için evrilmişlerdir fakat bu rolleri fagositlere patojenleri bir savunma mekanizması şeklinde yutmalarını da sağlamıştır. Fagositler ev sahibi savunmasındaki muhtemelen en eski şekilleri teşkil ederler ve omurgasızların ve omurgalıların her ikisinde de bulunurlar. tarafından çağırılabilinirler.

Nötrofiller ve makrofajlar da vücutta saldırgan patojenleri takip eden fagositlerdir.

Nötrofiller normalde dolaşım sisteminde bulunurlar ve fagositlerin en çok bulunan tipleridir; toplam kanda dolaşan lökositlerin %50-60'ını oluştururlar. Kısmen bakteriyal enfeksiyonun sonucu olan yangının akut fazlarında, nötrofiller yangının olduğu bölgeye doğru kemotaksi olarak bilinen süreçle göç ederler ve genellikle enfeksiyon bölgesine ilk ulaşan hücrelerdir.

Makrofajlar ise, dokularda bulunan ve çok yönlü hücrelerdir, enzimler, kompleman proteinleri ve interlökin 1 gibi düzenleyici faktörleri kapsayan kimyasalların geniş çeşitliliğini üretirler. Makrofajlar ayrıca çöpçüler gibi de davranıp, etkin edinilmiş bağışıklık sisteminin antijen sunan hücrelerinin atıklarını veya vücudun parçalanmış hücreleri gibi döküntülerini de temizlerler.

Dendritik hücreler, dış çevreyle ilişkide bulunan dokularda bulunan fagositlerdir; bu yüzden ana olarak deride ("Langerhans hücreleri" olarak isimlendirilirler), burunda, akciğerlerde, midede ve bağırsaklarda bulunurlar. Sinir hücreleri nöronların dendritlerine benzemelerinden dolayı böyle isimlendirilmiş olsalar da, sinir sistemiyle ilgileri yoktur. Dendritik hücreler antijen sunumu sürecinde doğuştan gelen ile edinilmiş bağışıklık sisteminde arasında T hücrelerine antijen sunmaları gibi bir rolle bağlantı oluşturduklarından edinilmiş bağışıklık sisteminin anahtarlarından biridirler.

Mast hücreleri, bağ dokuda ve muköz membranlarda yerleşik olarak bulunurlar ve yangı yanıtını düzenlerler. Mast hücreleri, patojenlere karşı savunmayla ve sıcaklıkla yakından alakalı, fakat daha çok alerji ve anafilaksi ile ilişkilendirilen doğuştan gelen bağışıklık sistemi hücrelerinin bir çeşididir.

Bazofiller ve Eozinofiller nötrofillerle bağlantılı hücrelerdir. Bir patojence etkinleştirildiklerinde, parazitlere karşı savunmada ve (astım gibi) alerjik reaksiyonlarda önemli rolü olan histamini Bu yüzden herhangi bir doku harabiyetinin önlenmesiyle oldukça ilişkilidirler.

Doğal öldürücü hücreler (NK ya da DÖH hücreler), tümör hücreleri veya virüslerce enfekte edilmiş hücrelere saldırıp onları yokeden lökositlerdir. İsimleri olan 'doğal öldürücü', etkinleştirilmeye ihtiyaç duymadan "kendini-kaybetmiş" hücreleri öldürdüklerinden verilmiştir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Bağışıklık

Vücudun kendinden olanı yabancı olandan ayırması ve yabancı Madde ve canlılara karşı kendini savunacak maddeleri yapması. Bağışık kişide mikroplar veya zehirler vücuda girdiklerinde özel maddeler vasıtasıyla hemen etkisizleştirildiklerinden hastalık meydana getiremezler.

Bağışıklık; “tabii bağışıklık” ve “sonradan kazanılan bağışıklık” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kazanılan bağışıklık da; “aktif bağışıklık” ve “pasif bağışıklık” olarak yine ikiye ayrılır.

Tabii bağışıklık: Doğumdan itibaren vücudun hastalıklara karşı belli bir dirence sahip olmasıdır. Bu bağışıklık belli hastalıklara karşı hasıl olmuş özel bir bağışıklık değildir. Çeşitli faktörler burada rol oynar. Vücut sıcaklığının belli bir seviyede tutulması, bazı mikropların üreme sıcaklığında olmadığından, bu mikroplara karşı kişi dirençli olur. Bunun gibi derideki yağ asitleri, bakterilerin vücuda deri yoluyla girmesine engel olurlar. Dolayısıyla sıhhatli bir deriden vücuda bakterinin girip hastalık yapabilmesi mümkün değildir. Tükrük ve gözyaşının da bakteriler üzerinde öldürücü tesiri vardır. Bronşlarımızda hasıl olan balgamın sayesinde Hava yolundan vücuda giren çeşitli parçacıklar, tüylü hücrelerin yutağa doğru olan hareketleriyle dışarı atılır veya yutulur. Midenin Asit derecesi o derece fazladır ki, bazı mikroplar dışında (aside dayanıklı mikroplar) mideye giren mikropları hemen öldürür.

Kanda bulunan “komplement ve properdin” maddeleri bakteriler üzerinde öldürücü tesir yaparlar. Kanda bulunan beyaz hücreler (akyuvarlar)den olan parçalı nüveli hücreler, bakterileri “yutarak” (fagositoz ile) içlerine alırlar ve granüllerinde bulunan enzimlerle parçalarlar.

Kazanılmış bağışıklık (Aktif bağışıklık): Vücudun kendi gayretiyle (aktif çalışmasıyla) meydana getirdiği maddelerle meydana gelen bağışıklıktır. Ortaya çıkan maddeler belli mikrop ve maddelere karşı özel olarak hazırlanmış maddelerdir. Aktif bağışıklık herhangi bir bulaşıcı hastalık atlatıldıktan sonra gelişebileceği gibi, zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroplar yahut mikrop maddeleri ile yapılan aşılar verilmek suretiyle de sun’i olarak ortaya çıkarılabilir. Yine mikropların yaptıkları zehirlerin (toksinlerin) etkisizleştirilerek vücuda verilmesiyle de bağışıklık kazanılır. Bu kazanılan bağışıklık mikroba karşı değil, o mikrobun zehrine karşıdır. Mikroplar, aşılar veya toksoidlere (etkisizleştirilmiş zehirlere) karşı vücutta Antikor denilen savunma maddeleri yapılır. Aktif bağışıklığın müsbet tarafı vücuda uzun zaman, hatta bazı hastalıklardan sonra ömür boyu direnç sağlamasıdır. Bu tip bağışıklığın menfi olan tarafı ise etkisinin ancak 10-15 Gün sonra başlayabilmesidir. Aktif bağışıklık sağlayan aşılar bu sebepten dolayı acil bir tedbir olarak kullanılamazlar. Hemen başlayacak bir direnç için pasif bağışıklama yapmak daha uygundur.

Pasif bağışıklık: Daha önce mikroplar veya toksinler ile karşılaşmış kişinin serumlarının başka bir kimseye zerk edilmesi ile olur. Burada serumu alınan şahıstaki antikorlar, verilen şahısta belli bir müddet için o hastalığa karşı direnç sağlarlar.

Pasif bağışıklık 2-4 hafta kadar devam eder. Başkasının serumu ile verilen antikorları vücut bu süre zarfında etkisiz hale getirmektedir. Pasif bağışıklık hepatitlerde (karaciğer iltihaplarında), difteri ve tetanos hastalıklarında kullanılmaktadır. Pasif bağışıklık, annedeki antikorların çocuğa geçmesi ile de olmaktadır. Sütle geçen bu antikorlar sayesinde bebekler hayatlarının ilk devresinde hastalıklara karşı korunmaktadırlar. Mesela, anne daha önce kızamık geçirmişse, annenin antikorları kızamığa karşı bebeği dört Ay boyunca korumaktadır. Anne Sütü ile beslenen bir çocuğun dört ay kızamığa yakalanması ihtimali azdır.

Son bilgilere göre aktif bağışıklık şu şekilde gelişmektedir. Vücuda bir antijen girince Makrofajlar (katılgan dokunun Histiosit hücreleri ve kandaki Monositler) bunu tanımakta ve içlerine almaktadırlar. Bu esnada Makrofajlar dışarıya bir madde salgılamaktadırlar. Bu maddeye “Antijen enformasyon maddesi” denilmektedir. Antijen enformasyon maddesinin Ribonükleik asit (RNA) olduğu sanılmaktadır. Bu madde olgunlaşmamış “Retukulum hücreleri” veyahut “B” lenfositleri tarafından alınmakta ve verilen bilgiye (enformasyona) göre antikorlar imal edilmektedirler. Antikor imal eden hücrelere “immünoblast” adı verilmektedir. İmmünoblastlar da plasma hücreleri ve lenfositler olarak ikiye ayrılmaktadırlar.

Plasma hücreleri imal ettikleri antikorları (immünoglobülünleri) katılgan dokuya ve kana boşaltmaktadırlar. Buna, “Hümoral immün sistem” denilmektedir. Vücudun antijenle ikinci bir karşılaşmasında kısa zamanda antijen antikor reaksiyonu meydana gelmektedir. Allerjik durumlarda bu reaksiyon daha kısa zamanda ve daha şiddetli olmaktadır.

Lenfosit hücreleri ise antikorları çeperlerinde (duvarlarında) taşımaktadırlar. Buna da “Hücresel immün sistem” denilmektedir. Burada antijen-antikor reaksiyonları daha uzun sürede hasıl olmaktadır.

Normal olarak vücudun bağışıklık hücreleri ana karnındaki ceninde 4. aydan itibaren faaliyete başlayıp doğumdan sonraki kısa bir devreye kadar gelişimlerini tamamlamaktadırlar. Bu esnada, proteinlerini tanımakta ve antijenlerden vücudun maddelerini ayırt etmesini öğrenmektedirler. Bu gelişim devresinde vücuda yabancı bir madde girerse vücut bunu hoşgörü ile karşılamaktadır.

Otoimmün hastalıklar: Vücudun bağışıklık hücreleri organizmanın kendi maddelerine karşı antikorlar yapmaktadır. Ateşli romatizmada mikrobun maddeleri ile eklemlerdeki bazı maddeler benzerlik gösterdiklerinden, eklemler antikorlar tarafından hastalandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklara örnek olarak Hashimoto Tiroiditi, Lupus ve Romatoid artrit hastalıkları da gösterilebilir. Bazan da anatomik yapıları icabı kan dolaşımı ile karşılaşmamış hücreler kanla temasa geldiklerinde bunlara karşı antikor oluşmakta ve daha sonra bu dokular antikorlar tarafından tahrib edilmektedir. Böyle reaksiyonlar erbezleri (testis) ve tiroid dokusuna karşı gelişebilmektedir.
 
Top