Altunköprü Katliamı

wien06

V.I.P
V.I.P
TARİHE DÜŞEN KARA LEKE: ALTUNKÖPRÜ KATLİAMI

Altunköprü, Irak'ın kuzeyinde, tabii güzellikleri olan bir Türk kasabası... Havası güzel, kokusu sanki "misk ü anber", suyu baldan tatlı, içinde daha ne güzellikler saklı. Kerkük'e 44, Erbil'e 50 kilometre...

mesafedeki bu şirin kasabaya Aşağı Zap ve Küçük Zap suları ayrı bir güzellik veriyor. Üst taraflardan iki ayrı kol halinde akıp gelen bu "kardeş" sular kasabayı adeta çevreleyip geçtikten sonra Kayabaşı Mevkii'nden de geçerek tıpkı Türkiye'den iki ayrı nehir olarak gelip Basra Körfezi yakınlarında birleşen Dicle ve Fırat gibi tek bir ırmak olup akarlar. Adı üstünde; Altunköprü bir köprüler diyarıdır. Kasabaya adını veren köprünün tarihi ise eski, dolayısıyla hakkında rivayet boldur...

Bağdat'ın yeniden fethi için 1638'de bölgeye gelen 4. Murat, kumandanlarından birini Kerkük'e gönderiyordu. Kumandan, eski köprünün yakınlarına bir köprü daha yapmaya kalkınca, bunu bir zaman kaybı olarak gören Padişah, tıpkı Bizans'ın fethi sırasında atını denize süren Fatih Sultan Mehmet gibi kızıp atını suya sürmüştü. Bu olay Türkmenler arasında hoyrat olup söylenir oldu:

"Su seni
Su göğertmiş, süseni
Geçme nâmert köprüsünden
Koy aparsın, su seni
Yatma tilki yatağında
Koy yesin aslan, seni"

Tıpkı Kerkük, Musul, Süleymaniye, Telafer, Erbil ve çevresindeki başka yerleşim yerleri gibi Altunköprü de kültürüyle, folkloruyla bin yıldan beri Türk yurdu idi. Bu şirin kasabayı yurt tutan Türkler kendilerini suya apartmadılar, aslanlara da yem olmadılar ama, Birinci Dünya Savaşı sonunda aslan payını aslan olmayanlar alınca öz vatanlarında garip kalıverdiler. Yine de bağlı bulundukları devlete baş kaldırmadan vatandaşlık görevlerini yerine getiriyorlardı. Ne yazık ki onlar da tıpkı öteki Türk şehirlerinde oturan kardeşleri gibi, İngiltere'nin Osmanlılara oynadığı oyun sonunda kurulan Irak Devleti'nin uyguladığı soykırım zincirinin bir halkası olmaktan kurtulamadılar.

1920'de Telafer Türklerine uygulanan Kaçakaç Katliamı bu zincirin ilk halkası idi. 1924, 1946, 1959, 1979, 1980, 1991, 1996, 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2007 yıllarında Irak topraklarında yaşayan Türklere karşı 20'ye yakın katliam uygulandı ve binlerce kardeşimiz şehit edildi. Yönetimler değişiyor ama Irak Türklerinin kaderi değişmiyordu. Her biri insanlık tarihinin büyük birer ayıbı ve tarihin kara lekeleri olan bu katliamların ayrı ayrı acıları, unutulmaz hatıraları var.

1991 yılında, Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesi üzerine başlayan 1. Körfez Savaşı Irak'ın yenilgisiyle sonuçlanınca ülkede bir kargaşa yaşandı. Saddam Hüseyin, daha çok Bağdat'ı koruma telaşına düştüğü için ülkenin güneyinde ve kuzeyinde otorite boşluğu oluşmuştu. Güneyde Şiîler ayaklanırken kuzeyde de Peşmerge grupları Kerkük'e yerleşmeye giriştiler. 18 Mart 1991 günü Kerkük'e giren Peşmergeler tapu ve nüfus dairelerini talan ederek pek çok vesikayı yok ettiler. Peşmergeler, önlerine çıkan bir fırsatı değerlendirerek bugünkü fiilî durumun temelini işte o günlerde atmışlardı.

Kendi halkına karşı itibarı sarsılan Saddam bir şeyler yapmalı ve güç gösterisinde bulunarak otoritesini yeniden kurmalıydı. 1991 yılının Ramazan ayında tam teçhizatlı birliklerini olay bölgelerine gönderdiği zaman Peşmergeler zaten işlerini bitirip gitmişlerdi. Olan, içinde yaşadıkları devlete bağlı kalıp güçsüz zamanında bile isyan etmeyen Türklere oldu.

Ordu birlikleri Tuzhurmatu, Tavuk ve Tazehurmatu gibi Türk bölgelerini topa tutarak Kerkük'e doğru ilerlerken paniğe kapılan halk sağa sola dağılmaya başlamıştı. 27 Mart 1991 günü Kerkük'e giren ordu birlikleri oradan Altunköprü Kasabası'na yöneldiler. İşgalci ve talancı Peşmerge gruplarını, bulamayınca öfkelerini suçsuz - günahsız insanlardan alma yoluna gittiler. 28 Mart günü iftar öncesi, Altunköprü'de oturan ve panik sırasında Kerkük'ten, Tavuk ve Tuzhurmatu'dan kaçarak oraya sığınan Türkmenlerden, çocuk, genç ve yaşlı demeden topladıkları tam 102 kişiyi alıp götürdüler. Kutsal ay sadist insanlar tarafından karartılmış; ağlayışlarıyla yürekleri dağlayan analar oruçlarını gözlerinden damlayıp ağızlarına tuzlu sular gibi akan gözyaşlarıyla açmışlardı!

Oruçlu günler bitip bayram gelmişti ama bu bayram gerçekten "bayram" olacak mıydı? Olmadı... Sevinç içinde yaşanması gereken Ramazan Bayramı acılarla, kederlerle geçti. Ve bayramdan 15 gün sonra...

Dibis Kasabası yakınlarında "Kayabaşı" diye anılan bir yer vardı ve oradaki bir çukurluktan kokular yükseliyordu. Bunu duyan Altunköprülüler merak ve endişe içinde Kayabaşı'na ulaşınca o korkunç manzarayla karşılaştılar: Kurşuna dizilerek şehit edilen tam 102 cansız beden üst üste yığılmış halde orada duruyordu!

Altunköprülüler, şehitlerini alarak beldelerine götürdüler ve Selahi Semti'nde bulunan şehre hâkim bir tepeye defnettiler. Altunköprü Şehitliği'nde o günden beri her seher tam 102 gül açıyor ve 102 bülbül ilahiler söylüyor.


KAYNAK: kerkuk.net
 
Top