27. Piyade Alayı

wien06

V.I.P
V.I.P
Çanakkale Savaşlarında büyük bir destan yazan alaylarımızdan biri de 27. Alaydır. Anzakları Anburnu'nda ilk karşılayan ve 57. Alay yardıma gelinceye dek kahramanca dövüşen alayımızın muharebeye nasıl girdiği ve nasıl dövüştüğünün bir özeti...

* * *

Arıburnu ve Kabatepe bölgesinin güvenliğini 9. Tümenin 27. Alayı sağlamakla görevliydi. Çanakkale'de savunma düzenine göre bu alayın büyük bir kısmı geri alınmış, bir taburu da kıyıda mevzilenmişti. Alayın kuvvetleri Eceabat batısındaki zeytinlik alan da kamufle edilmiş ordugâhta idi. Üç de batarya mevzilenmiş bulunuyordu. Muharebe görevi bakımından tümene bağlıydı. Ağır makineli tüfek yoktu.

27. Alay Komutanı Ecebat'taki alayını ileriye alıp taburuna yakın olmak ve bölgenin en kritik kesimlerini daha kuvvetli tutmayı birkaç kez 9. Tümen Komutanlığından istemişse de ordunun genel savunma sistemi hatırlatılarak reddedilmişti. Alay 2. Taburdan 6-7 km uzakta bulunuyordu. Alay Komutanı Şefik Bey çeşitli çıkarma ihtimallerine göre tatbikatlar yapıyordu. 24-25 Nisan gecesi de geç saatlerde tatbikattan dönmüş ve 25 Nisan günü yapılan çıkarmaya uykusuz olarak hazırlanmak zorunda kalmıştı.

* * *

25 Nisan'da düşmanın ilk çıkarmasına karşı koyan birliklerimiz; Küçük ve Büyük Arıburnu yarlarını gözetleyen iki mangamız olmuştur. 1500 kişilik çıkarma grubunun tam ortasına düşmüş 2. Takımın bu iki mangası Haintepe'deki mevzilerinde sonuna dek kahramanca savunma görevlerini yaptılar. Her iki taraftan sarkıp kendisini kuşatan çok üstün düşman birliklerine rağmen yerlerini terk etmediler. Bu kanlı cephenin Haintepe'deki ilk şehitlerini bu takımımız vermiştir. 2. Takımdan sağ kalan, yaralı olarak geriye alman takım komutanı ile birkaç erdi. 2. Tabur Komutanı İsmet Bey doğrudan Tümen Komutanına bağlı olduğu için doğrudan 9. Tümen Komutanını arayıp 4.20'de çıkarmanın ciddi olduğunu bildirmişti.

Ama bu uyarı dikkate alınmamıştı. Sonunda 5.20'de çıkarmanın ciddi ve yardımın şart olduğunu bildirince Tümen Komutanı 5.45'te 27. Alay Komutanı Şefik Beye hareket emrini verdi. Şefik Bey Maydos'tan Alayı ile birlikte hareket etti. 7.40'da Kemalyeri'ne ulaştı. Burada askere 15 dakika dinlenme verdi. 7.55'de raporunu yazıp tümene gönderdi. Saat 8 ve 9 arası Kılıçbayırı sağ yanı ile Kanlısırt'ı kapsayacak şekilde hücuma geçti. Bu arada Şefik Bey 7.55'te Tümen Komutanlığına ulaştırılmak üzere bir rapor yazdı. Mustafa kemal işte bu rapordan on dakika sonra Bigalı'dan Conkbayır'a doğru hareket etmişti.

* * *

Mustafa Kemal 27. Alay birlikleri gibi 5.30'dan itibaren hareket halindeydi. 9. Tümen Komutanı Sami Bey de kendisine 6.30'da bir rapor göndermişti. Ordu ile temas kuramadığı o saat ve dakikalarda Şefik Bey 27. Alayın 2. Taburu ile 7.45'te Kemalyeri'nden Mustafa Kemal'e rapor yazarken o da Bigalı'dan onun yardımına koşmak için harekete geçmişti bile. Şefik Bey o günü anılarında şöyle anlatır:

Alayımın Maydos'taki 1. ve 3. Taburu ve makineli tüfek bölüğü ile 24-25 Nisan gecesi Kabatepe'ye giderek bir gece tatbikatı yapmıştık. Gece yarısından sonra saat 2'de çadırla¤ra dönmüş ve yorgun argın uykuya dalmıştık. Çok bir zaman geçmeden top sesleri uykumuzu sarstı.

Derhal telefon basma fırladım. Karşıma kimin çıktığını şimdi hatırlamıyorum ona sordum: "Bu top sesleri oradan mı geliyor? Oralarda neler oluyor? Bir şeyler mi var?"

Cevap: "Düşman Arıburnu'na asker çıkarıyor."

Ben yine sordum: "Kabatepe'ye karşı çıkarma mı var?"

Cevap: "Hayır. Şimdilik bir şey yok."

Telefonu kapattım. Hemen tabur ve makineli bölük komutanlarına "İçtima yerlerinde askerleri silahbaşı yaptırsınlar. Yalnız muharebe ağırlıklarını yükletsinler ve hemen bir taraftan da askerlere ekmek dağıtsınlar, hayvanlara da yem torbalarını astırsınlar, tamam haberini kendileri bana getirsinler." emrini yaver ve emir çavuşlarımla şifahen gönderdim. Ve ben de hazırlanmaya başladım. Bir taraftan da telefonla Tümen Komutanlığından emir bekliyordum. Gelmemişti. Alay harekete hazırlanınca tekrar telefon başına geçtim. Tümen karargâhından karşıma Tümen Kurmay Başkanı Hulusi Bey çıktı:

"Düşman Arıburnu'na asker çıkarıyormuş. Alay harekete hazırdır." dedim.

Aynen şu cevabı aldım:

"Verilecek emre göre hareket edersiniz, buna intizar ediniz."

Mademki daha hareket emri yok, askerin "Acele çorbasını oldukları yerde içirsinler" emrini verdim. Bu da oldu. Halen daha emir yok. Top sesleri seyrek şekilde devam ediyordu. Fakat bu seslerin arasında derinden derine karanlıklardan gelen bir uğultu vardı ki, bu hazin ve esrarlı ses üzerimde çok derin tesir yaptı. Bu uğultu, çok şiddetli piyade ve makineli tüfek kalabalığının patlamalarının bize aksedebilen uğultusu idi. Ve bu uğultu Arıburnu'nda bir avuçtan ibaret olan yardımdan uzak Alay arkadaşlarımızın kim bilir ne kadar çok fazla düşman karşısında, yine kim bilir nasıl bir sıkıntı içinde vazifelerini yapmaya çalıştıkları intibaını verdi. Onlara çabuk yetişmek için, içimi yakan bir kuvvet sinirli sinirli beni telefon başına sevk etti. Karşıma yine Hulusi Bey çıktı.

"Bak Hulusi Bey! Arkadaşlarımız orada ateş içinde yanıyor, biz daha bekleyecek miyiz? Hareket için emir bekliyoruz. Aman rica ederim. Çabuk. Bizi anlayınız." dedim.

Bazen dakikalar seneler gibi uzun ve üzüntülü geçiyordu. Bu arada hava oldukça açıldı. Nerdeyse güneş doğacak belki de doğmuş idi ki yine seyrek seyrek atılan top sesleri geliyordu. Fakat aralarındaki hazin uğultular işitilmez olmuştu. Nihayet 5.45'te telefonla Tümen Komutanlığından beklediğimiz hareket emrini aldım. Ben de taburlara yürüyüş emrini verdim. Emri alan tabur komutanları hemen harekete geçtiler. Yürüyüş hedefim Anburnu sırtlarına ve her yere hâkim olan topçular sırtını düşmandan evvel tutmaktı.

Yürüyüş vaziyetimiz nazik ve tehlikeli idi. Çünkü güneş doğmuş, yükselmeye başlamıştı. Boyun noktalarından itibaren bütün ova üzerinde düşman donanmasının ateşine, tayyarelerin bomba taarruzlarına maruz kalabilirdik. Her halükârda yürüyüşe devam ediyoruz. Boyun noktalarını aşıyoruz. Kabatepe,Anburnu açıklarındaki zırhlıların birisinden bir de gözcü balonu yükseltmişlerdi. Nerede ise bizi göreceklerdi. Çünkü kuvvetli dürbünlerin objektifleri içine girmiş bulunuyorduk.

Taburların kol nihayetlerine kadar bu tehlikeli mıntıkayı aşabilmesi hemen hemen bir saat zamana alabilirdi. Sonunda hem donanmanın, hem balonun, hem tayyarelerin gözleri önünde ovayı tahminen bir saate yakın uzun bir zaman içinde geçtiğimiz halde, bizi ateş altına almadıklarını bir güzel talih ve bir lütfü ilahi olarak düşündüm. Gariptir ki, o kadar uzun olan yürüyüş kollarımız ancak Kavak deresine girerken gerilerimize donanma ateşi başladı. Geçtiğimiz ovayı yaladı ve taradı. Fakat hangi hedefe ateş ettiğini biz anlayamadığımız gibi, muhakkak donanmanın kendisi de bilmiyordu.

Çünkü ovada, gerimizde bir hedef görünmüyordu. Yürüyüş kollarımız ateşe yakalanmış olsaydılar bizi epeyce hırpalar ve gayet muntazam cereyan eden yürüyüş kolumuzu karıştırırlardı. Hele o tayyarelerin bizi görmediklerine ve ilişmediklerine halen şaşarım. Hâlbuki bu tayyareler her gün sabah ve öğleden sonra karargâhımızı, bombalarıyla ziyaret etmeden geçmezlerdi. Ama o gün bizi ovada göremediler.

Nihayet bu zorlu yürüyüş hengâmesinden sonra Kavaktepe'ye vardık. Buradan da Kemalyeri'ne çıktık. Kemalyeri, 165 rakımlı tepeye geldiğim zaman taarruz için aradığım müsait noktayı bulduğumu anladım. Ve taburların kolbaşlarını burada durdurdum. Dürbün ile etrafı tektik ettim. İşittiğim silah seslerinin nerden geldiğini araştırmaya başladım. Şimdi biz Maydos'taki ordugâhımızla bu 165 rakımlı tepeye saat 7.40'da geldik. Askerin yorgunluğunu gidermek için 15 dakika istirahat verdik. Muharebe için açılma ve yayılma zamanlarını da hesaba katarsak alayın muharebe avcıları düş¤manın ileri karakollarına saat 8.30 ile 9.00 arasında ilk se¤lam atışlarını yapmışlar.

Burada ben 19. Tümenin Kocaçimen Dağı istikametinde serian yetişmesini 9. Tümen Komutanlığı'na arz etmekliğim lazım gelir olduğuna karar verdim. Sonra da 9. Tümen Komutanlığı'na aynen şu raporumu saat 7.55'te yazıp gönderdim:

1. Düşman Arıburnu sırtlarını işgal etmiştir.
2. Arıburnu sırtları ile Kocadere arasındaki sırtlardan inayeti Hakka istinaden taarruza başlıyorum.
3. Kocaçimen'in serian 19. Tümene tutturulmasını istirham ederim.

Bu raporu dörtnal yürüyüşü ile Kabatepe telefon merkezine gönderdim. Sonra da tabur komutanlarına şifahen taar¤ruz emrini verdim. Askere de kısa bir nutuk söyledim. Tabur komutanları da yiğitliği, vatan sevgisini, din aşkını telkin eden konuşmalar yapıyorlardı. Bu sırada geride kalan cebel topçu bataryasından bir kafilemiz de geldi. Artık taburlar muharebe için açılmaya ve ayılmaya başladılar.

Bu meydan da 3. Taburun 4. Bölük Komutanı Yüzbaşı Gaip Efendi kolundan yaralandı. Tam bu sırada tek topumuz 1500 m'den ilk mermisini düşmana savurdu. Bizim ve düşmanın makineli tüfekleri çalışmaya başladı. Bulunduğumuz mevkii 265 m denizden yüksekti. Mevziimiz müdafaadan ziyade taarruz için elverişliydi. Taarruz için açılma ve yayılmalarımız saat 8'i bilmem ne kadar geçerek başlamıştı. Yakın temas ise sa¤at 9'u geçtikten sonra vuku bulduğu zan ve tahmin ediyorum. Tam bu sırada iki emir aldım.

Yarbay Şefik Beye; saat 8.25: Bir çeyrek saat evvel 9. Tümenden 57. Alay ile bir cebel bataryası; Tümen komutanı ile sağ tarafınıza hareket etmiştir. Diğeri; 19. Tümen şimdi 57. alayını Kocaçimen istikametlerine ve sağ tarafınıza hareket ettirdi. 19. Tümen Komutanı da Alayla beraber ileri gidiyor. İrtibat tesisi ile birlikte hareket ediniz.

9. Tümen Halil Sami

Sonradan anladığımıza göre 9. Tümen Komutanlığı saat 7.55 işaretli raporumuz üzerine olacak ki bizi takviye etmek üzere yalnız 1-2 taburun Kocaçimen istikametinde tahrikini 19. Tümen Komutanlığı'ndan rica etmiş. Fakat 19. Tümen'in genç Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey 9. Tümen Komutanlığının teklifini ve Arıburnu çıkarma hareketinin mahiyetini ve haiz olduğu çok yüksek komutanlık zekâ ve muhakemesiyle tetkik etmiş ve neticede vaziyetin nezaket ve ehemmiyetini ve zamanın darlığını tahmin etmiş ve bunun üzerinedir ki

9. Tümen Komutanının mütalaasını aynen benimsememiş ve Kocaçimen istikametinde 1 veya 2 tabur değil bir süvari bölüğü, bir cebel topçu bataryası ile bir makineli tüfek bölüğü ile kuvvetlendirmiş ve nihayet mesuliyetini üzerine alarak bu hareketi kendiliğinden yapmış ve vaziyeti daha yakından mahallinde görebilmek ve icabını yerine getirmek için bizzat alayın, hatta öncüsünden daha önde Conkbayırı istikametinde yola çıkmış ve bu seri karar ve ha¤reketiyle bizim taarruz halinde olan iki taburumuzu kurtarmakla beraber Çanakkale Boğazı Müdafaasını da selamete erdirmiş oluyordu..."
 

wien06

V.I.P
V.I.P
27. Alay Komutani Yarbay Şefik Bey

Avni Çakur, Şefik Beyin askerleriyle yıllar sonra karşılaşmasını şöyle anlatıyor:

Şimdi, 1915 yılı Cesarettepe Mehmet Çavuş çiftliğindeyiz. Çanakkale Savaşları'nm 27. Alay Komutanı olan Mehmet Şefik bey uzun boylu, yüz hatları derin çizgileri olan, ince yapılı, kumral kırmızı bir zattır. Elbette ki yaşlı, fakat sağlam bir askeri heybeti var. Mikrofonun başına geldiği zaman pek yakınında idim. Uzun çenesi, söz etmesine birkaç saniye mani olacak derecede ağzına yapışmıştı sanki...

Şakaklarında ve kulak diplerinde heyecanın atışları görülüyordu... Bir sis perdesi ile örtülmüş gibi duran gözlerinin o anda savaş sahnesinden başka bir şey görmediğine, kulaklarının top ve mermi tarrakalarmdan başka hiçbir ses duymadığına, bütün maddî ve manevî âlemi ile o savaş sahnelerini yaşadığına kani idim.

Bu muhterem asker, tezahürleri elle tutulacak kadar meydanda olan hissiyatına rağmen mana ve mahiyet itibariyle örnek bir konuşma yaptı. Kudret ve kabiliyetimizi belirtirken asil çehresini de tersim etmeyi unutmadı. Bu konuşmayı takip eden sahneyi belki ömür boyunca aynı duygu ve heyecan içinde görmek bil¤mem bir daha nasip olabilecek midir?

Göğüslerinde bu savaşlarda aldıkları madalyalar bir sıra halinde dizili duran İngiliz ve Fransız temsilcileri ile Şefik Beyin bir ara saygılı yakınlıkla objektif karşısında durmaları ve müteakiben Fransız eski muharibi olan zatın selis lisanı ile Çanakkale Savaşları'ndaki mert düşmanlığı belirten konuşması unutulacak sahnelerden değildi. Bir ara sakalları ağırmış, yüzleri yanık, birinin sağ kolu boşlukta olan civar ahalisinden 4-5 kişi hafifçe iteleyerek bana telaşla "Şefik Bey nerede?" diye sordular. Gösterdim, yol açtım ve seyrettim. Şefik Beyin bir elini bırakıp, diğer elini alıyorlar; dudaklarında, alınlarında dolaştırıyorlar, öpüyor ve öpüyorlardı. Eski komutanda onları kucaklıyor ve yıllarca hasret kalmış bir kardeş manzarasında birbirinden ayrılmıyorlardı.

Meğerse Mehmet Şefik Beyin alayında nefer imişler.. Şefik bey mikrofona dönerek iyice titreyen sesiyle dedi ki: "Siz bunların şimdiki bu yaşlı, sakallı hallerine bakmayınız. O zaman hepsi, levent gibi delikanlı idiler." Ve tekrar sarıldılar. Ömrün yarısından fazla eski zama¤na ait bu küçük ve büyük münasebetinin bunca yıl sonraki tezahüründe ölüm yoldaşlığı yapmış olmanın, askerliğin hususiyeti vardı

27. Alay Komutanı Şefik Bey Kahramanlarıni Anlatıyor

Çanakkale Savaşları sırasında 9 Tümenin 25.-26.-27. Alaylarından müteşekkil eratın yüzde ekserisi bu mıntıka bu yörenin gençleri idi. Savaşın sonuna dek hudutsuz kahramanlıklar gösterdiler. İşte bu kahramanlıkların bir kısmına komutanlık eden Yarbay Şefik Bey, hatıralarında şöyle der:

"Alayın mütemadiyen kayıp veren er ve subaylarının yerine yine Biga-Gelibolu-Lâpseki kazalarının şerefli evlatları almıyordu. Böyle bir olayı tarih nadiren yazar. Yani kardeşi şehit olmuşsa onun yerini kardeşi alıyordu. Şehit komşusunun yerine komşusu geliyordu. Baba yaralanmışsa oğlu onun yerine geçiyordu. Yaraları tedavi olanlar ise gene cepheye dönüyordu. Alayımda Çanakkalelilerden sonra Orta Anadolu ve Karadenizliler vardı. Mesela; Karadeniz'in Ayancık kazasından topluca gelip 27. Alaya katılanlar vardı. Hepsi de büyük kahramanlıklar göstermişlerdir."

Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri birbirleri ile savaşa giriştikleri andan itibaren 27. Piyade Alayı çarpışmalarda yer almıştır. Düşmanın 25 Nisan 1915 günü yaptığı Arıburnu çıkarmasında ilk karşı koyan birlik olması ve savaş boyunca düşmanla giriştiği muharebelerde büyük yarahlıklar göstermesinden dolayı Türk Savaş tarihine altın harflerle ismi yazılmıştır. Bu kahramanlığın işareti sayılan bilgi sırma işlemeli; yarısı yeşil, yarısı kırmızı geniş ipek kurdele üzerine yazılmış olarak altın ve gümüş harp imtiyaz madalyaları ile birlikte 27. Alayın sancağına işlenmişti.


kaynak: Çanakkale Destani sayfa, 41 -65
 
Top